Popüler kültürü birçoğumuz sevmesek de maalesef her gün ve her an ürünlerine maruz kalıyoruz. Yaptığımız her iş popüler kültüre hem hizmet ediyor hem de çok hızlı bir şekilde tüketiyoruz. Popüler kültürün teknolojiyle harmanlanmış en önemli ürünlerinden biri olan Netflix’te benim çok sevdiğim bir dizi var. Birçok insanın beğenmeyeceği bu dizi, ne sizi kahkahalara boğacağını vaat ediyor ne de salya sümük ağlatacağını. Atypical isimli bu dizi, otizmli bir gencin insanlarla ilişkilerini anlatıyor. Bu gencin Penguenlere olan sevgisi ve ilgisinin hayatına ne ölçüde etki ettiğine şahit oluyorsunuz. Aslında bu gençten öğreneceğimiz çok şey var; bildiğimiz ve üzerinde önemle durmadığımız hatta unuttuğumuz çok önemli bir noktayı bir bölümde yeniden hatırlatması benim açımdan bu diziyi daha da öne çıkardı. Çok uzun süredir yazmak istediğim bu konuyu şu cümleyi duyunca dizide hemen yazmaya başladım.
Atypical dizisini Netflix üzerinden izleyebilirsiniz.
İnsan’ın yaşamını sürdürebilmesi için üç temel ihtiyaç vardır; Yemek, su ve barınma
Maslow’s hierarchy of needs is often represented as a pyramid, with the more basic needs at the bottom
Bu üç şeyin dışında her şey aslında lükse girer diyebiliriz tabii ki mağara döneminde yaşıyor olsaydık. Mağarada yaşayan insanlar olmadığımız ve yaşadığımız zamanın medeniyet algısına göre birçok şeyi lüks kategorisi içerisinden çıkarabiliriz. Örnek vermek gerekirse telefon icat edildiğinde telefon almak ve kullanmak çok masraflı olabilir. Şu açıdan düşünebiliriz, hem ürün herkeste olmalı ki iletişim kurabilelim hem de alınabilecek bir fiyata sahip olmalı. Bu durumu internete yansıtırsak, internetin ilk yaygınlaştığı zamanlarda her kullanıcı için çeşitli donanımlar (veriyi hem alan hem de gönderen kişide modem olması, veriyi alan ve gönderen kişilere özel kablolar çekilmesi gibi vesaire) gereklidir.
2019 yılında dünya çapında yaşadığımız Covid-19 pandemisi içerisinde daha önce lüks sayabileceğimiz internet bir gereklilik olduğuna hepimiz şahit olduk. Neredeyse bütün ülkelerin tam kapanma yaşadığı pandemi döneminde maalesef ki toplu eylemlerin olduğu etkinlikler ilk olarak iptal edildi. Bunların arasında en kritik olanı ilk öğretimden yüksek öğretime hepsi uzaktan eğitime geçti. Lüks olarak sayılan internet dünya üzerinde herkesin gerekliliği haline geldi.
Günlük hayatımızda hiçbir şey yapmasak da su ve yemek ihtiyacımızı karşılamak zorundayız. Biyolojik yapımız nedeniyle gelişimimizi ve yaşamımızı idame ettirmek için hem su hem de yemek ihtiyacımızı karşılamak şarttır. Yemek, suya oranla biraz daha karmaşıktır. Sadece fizyolojik ihtiyacımız haricinde yemek, kimi zaman da statü için kullanılır. Bunun yanında antropolojik açıdan incelendiğinde ise yemek ile kültür ilişkisini araştıran Gastronomi, derin bir kavram olarak incelenir. Bu durumu su’ya da uygulayabilirsiniz ancak çok fazla bir alana sahip olamazsınız. Ancak “enerji” ve “doğal” fanatikleri gibi suya çeşitli eklentiler yaparak, “su”yun “enerjisi”ni artırabilirsiniz ya da “detoks” içeceği haline getirebilirsiniz. Bu yaptıklarınızı bir pazarlama stratejisi içerisinde “marka değeri” olarak 1 liralık suyu 10 liraya satabilirsiniz hele ki Bodrum’da bir mekanda 100 liraya kadar çıkabilir (Bu konu üzerine çok yazıldı ve tartışıldı).
Bu senaryoyu bir su firması olarak düşündüğümüzde ise, öncelikle kaynak suyu çıkarılacak arazinin satın alma/kiralaması yapılması gerekir. Sonraki aşamada bulunan suyun mineral seviyesini ölçme, temiz bir şekilde çıkarma ve şişeleme, satış için bir dağıtım ağı kurma gibi birçok bölümü olan bir operasyonu yürütmeniz lazım. Bir de bu aşamada satacağınız ürün gıda ürünü olduğu için çeşitli devlet kurumlarından (Tarım ve Orman Bakanlığı, Sanayii Bakanlığı vesaire) izin belgeleri ve onayları da almanız şarttır.
İşe giderken, işten çıkarken, öğle arasında yemek yerken, arkadaşlarınızla buluştuğunuzda, eşinizle/sevgilinizle bulunduğunuz şehrin güzelliklerini keşfetmek için çıktığınızda yani boğazınızın kuruduğu an aradığımız ilk şey olur. Vücudumuzun ilk ihtiyacı olan 1 liralık pet şişe suyu aldığımızda ilk aklımıza gelen şey “şuncacık şey nasıl 1 lira olur yaa, daha geçenlerde 50 kuruş değil miydi?” olur. “Şuncacık şey”in her akaryakıta gelen zamdan doğrudan ya da dolaylı etkilenmesi, her iş kaleminin maalesef akaryakıta bağımlı olmasından kaynaklanıyor. Dolayısıyla her akaryakıta “güncelleme” geldiğinde, aslında “şuncacık şey”e de “güncelleme” gelmesi gerekir ancak dikkat ederseniz satışı çok olan ürünlerin fiyatları sadece yılda bir kez artıyor (Bu ayrı bir araştırmanın konusu).
Ekonomi alanında bir uzmanlığım olmadığı için daha derinlere inemiyorum fakat çalışma hayatım boyunca edindiğim bilgilerle pet şişe suyun her yıl “güncelleme” ile fiyatının artmasını ekonomimize dayandırarak mantıklı ve makul bulabilirim. Hatta kendimize ait olmayan, barınma ihtiyacımızı karşıladığımız konutların her yıl fiyat artışı olmasını bile bir miktar mantıklı sayabiliriz. Konut ihtiyacını karşılayan inşaat endüstrisi planlama ve üretim esnasında çok maliyetlidir fakat sonrasında da bakıma ihtiyaç olsa bile, maalesef “bizim kültürümüzde bakım yoktur” ; bakım, onarım ve önemlisi yaşatma (nedense bu yaşatma kısmı beni çok derinlere götürüyor) kısmı.
Yatırım yapacak kadar paranız varsa eğer ve bunu gayrimenkul olarak yatırıma dönüştürmek isterseniz bir ev alabilirsiniz hatta hiçbir masrafınız olmadan yıllarca üzerinden para kazanabilirsiniz. Tam da bu nokta aslında bana mantıksız geliyor. Birçok yatırım aracı gibi tek seferlik yatırım ile ömrünü tamamlayana kadar fayda sağlaması bana nedense biraz saçma geliyor. Neyse bu kadar gelişi güzel yazıdan sonra ana konumuza dönebiliriz. Neden “yaratıcı endüstride” iş yapan insanlar fiyat verirken çok bulunuyor? Yatırım yaparak para kazanmak kadar saçma gelen bir diğer konu da budur.
Bir firma kuruyorsunuz ve kendinizi ifade eden bir logo istiyorsunuz. Bu işi uzmanına bırakarak güzel bir iş bekliyorsunuz, buraya kadar çok güzel değil mi? Yukarıda belirttiğim su firması olabilirsiniz örneğin, bir sürü masrafınız da olacak bunları da göz önünde bulundurmanız gerekecek. Aslında açabilirsiniz hazreti google’ı yazarsınız oraya “water logo” çıkanlar arasından birini “word”e yapıştırırsınız, işte bitti gitti. Maalesef “olmaz öyle saçma şey” deyip durdurmam lazım sizi eğer böyle, yapıyorsanız/yapacaksanız.
Neden derseniz nedenlerine gelelim. (profesyonellerle çalışma nedenlerini açıklamak gerek)
Seçtiğiniz logo dünyanın öbür ucunda olsa dahi bir başkasının logosu olabilir ve sizi dava edebilir (imkansız değil ve çok örneğini bulabilirsiniz).
Kurum kültürünüzü ya da markanızı doğru ifade ettiğini düşünürsünüz ancak profesyonel bir yardım almadığınız için yanlış yönlendirilmiş olursunuz. (Logo fiyaskoları diye bir durum var. Bu konuda Mehmet Özetlik’in yazılarını mutlaka takip etmenizi öneririm.)
Tasarım kurallarına uygun bir logo da olmayabilir.
Görsel algıyı göz ardı etmiş bir tasarım da olabilir.
Bunların yanı sıra en önemlisi, etik açıdan doğru değildir. Başkasının ürettiği bir ürünü onun izni ve kullanım bedelini ödemeden kullanmanız düpedüz hırsızlıktır.
Bu maddeleri göze alırsanız intihal yani hırsızlık işini şimdi gönül rahatlığıyla yapabilirsiniz, her an bir dava celbi ile karşılaşma ihtimalini bir kenara mutlaka asın.
Photo by Micah Williams on Unsplash
Gelelim profesyonel hizmet almak istediğinizde ne yapacaksınız ve o hizmet karşılığında verilen ücret neden pahalıdır sorularına.
Öncelikle alacağınız bu hizmet genel ve sıradan bir hizmet değil, yani size özel bir hizmet olacaktır hatta birçok “ajans” kendini bu nedenle “butik reklam ajansı” olarak konumlandırır. Bu hizmeti ya bireysel (freelance) çalışan uzmanlardan ya da bir ajanstan alabilirsiniz. Bireysel çalışan uzman da olsa ajans da olsa aynı hizmeti almanız olasıdır ancak şunu belirtmekten geçemeyeceğim, aralarında çok farklar olsa da en temel farkı şöyle özetleyebiliriz: Her iş kalemi için ajanslarda farklı ekipler çalışırken (tasarım, strateji, metin yazımı, içerik üretimi, medya satın alma, uygulama, vesaire) bireysel çalışanlarda her işi bir kişiden alırsınız ve bu nedenle işinizin aşamaları için uzmanlarla çalışmanız gerekmektedir. Şunu unutmamak gerekir ki, bireysel çalışanlar da fatura kesiyor, vergi veriyor şirketler de ya da şirketinizin gider pusulasına imza atabilirler. Yani bu durumu işletme ya da vergi levhası bulunmayan bireysel uzmanı, bir iş için (taşıma, yükleme, boşaltma vs.) tuttuğunuz vasıfsız işçi ile bir tutabilirsiniz, tabi bunu mali açıdan olduğunu belirtmek gerekir. (Bu konunun da ayrı bir yazı ve araştırma konusu olarak işaretleyeyim.) Vasıfsız işçi ile yaratıcı iş sürecini ayrıca açıklamak gerektiğini düşünmeden şunu hususu belirterek devam edebiliriz; Vasıfsız işçi ile yapılan işlerin içerisinde bir sorumluluk alanı ve çerçevesi bulunmazken diğerinde bu alan çok geniş bir şekilde oluşturulmuştur. Bu nedenle bu süreç çok sancılı ve zor bir süreçtir ayrıca bu süreç sonunda çıkan ürünü hem hedef kitle (ürünü kullanan) hem de ürün/marka sahibi (işveren)’in beğenmesi gerekmektedir.
Öncelikle yapılan işi işverenin/işin sorumluların beğenmesi ve sonra yapılacak strateji ile ürün kullanıcılarının kabullenmesi gerekmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken noktalardan biri de ürünün beğenilmemesi marka kimliğinden de olabilir, ürünün içeriğinden de olabilir, hatta ürünün lojistik kısmından bile (Pazarlamanın 4P’si karşımıza çıkıyor, yine bir araştırma konusu) olabilir. Yapılan tasarım işi nedeniyle ürünün başarısız olma ihtimali vardır ancak tamamıyla bundan demek yanlış olur, en azından piyasa araştırması yapmadan bunu söylemek çok büyük yanlış olur.
Yapılan/yapılacak işin sancılı sürecine bir ekleme yapalım, endüstri standardı haline gelmiş yazılımları kullanmadan istediklerimizi gerçekleştirmede zorlanacağımız hatta yapamayacağımızı ekleyelim. Burada “Kırık (Crack) Program kullan ne var bunda!” gibi bir savunma yapıyorsanız eğer hırsızlığı övdüğünüzü hatırlatmak isterim. Şahsi görüşüme göre siz hırsızlığı savunuyorsanız, karşınızdaki kişi de hırsızlık yaparsa savunacak bir şeyiniz kalmıyor maalesef.
Unutmadan bu yazılımların hiçbiri “yerli ve milli” değil yani bu demek oluyor ki bu yazılımların hepsi yurt-dışı tabanlı. Üretildiği ülkenin para birimi ile satış yapılıyor ve burada yine (olmayan) ekonomi bilgimiz devreye giriyor. Yaşadığımız ülkedeki yabancı ülke paralarının bizim paramıza olan oranı yaptığımız işin üzerine maliyet olarak biniyor. Daha rahat netleşmesi için örnek üzerinden gidebiliriz, herkesin bildiği ve birçok işinizi yapabileceğiniz Adobe Photoshop yazılımı ile yapmak isterseniz bu Amerika çıkışlı yazılıma dolarla ödeme yapmak zorundasınız. Maalesef sadece Adobe Photoshop size yetmiyor, Adobe’un neredeyse bütün yazılımlarını kullanmak zorundasınız.
Bu yazılımı çalıştırmak için bir adet bilgisayara ihtiyacınız var.
Bilin bakalım bu bilgisayar denen alet neyle alınıyor?!
Dolar, maalesef Türk Lirası’na dayalı bir bilgisayar görmedim bu güne kadar tabi Monster, Exper ve Casper’ı örnek verenler olacaktır mutlaka fakat onlara o makinelerin işlemci, bellek, sabit sürücü, ekran kartı gibi bileşenleri nereden aldıklarını sormak gerekecek. Neredeyse her işimizi bilgisayarlar üzerinden yaptığımız bir dönemde yaşıyoruz. Elektrik ve bilgisayarlar hayatımızdan çıkardığımızda sanırım birçoğumuz bırakın işsiz kalmayı sanırım aç kalırız, en başta ben açlıktan ölürdüm sanırım.
Yine geldik Maslov’un ihtiyaçlar piramidine, her şey ekmek parası için değil mi zaten!
Photo by David Becker on Unsplash
Masraflarımız bitmedi fakat bu noktada eklememiz gereken bir detayı atlamayalım, pet şişede satılan suyun fiyatının her akaryakıt zammı sonrasında “güncellenmediğini” belirtmiştik, akaryakıtın dövizle ülkemize girdiğini ve dövizdeki her değişikliği bağlı ürünlerde hissetmemize rağmen bazı ürünlerde görmüyoruz demiştik. İşte her şeyimizin kökten bağlı olduğu teknolojik bütün aletler yurt-dışından ve dolarla geliyor ülkemize.
Teknolojik ürün satan endüstri maalesef ki her dolar kuru değişmesinde fiyatların anında “güncellemesini” yapıyor.
Keşke senede bir kez falan yapsalar ne güzel olurdu değil mi?
Bununla sınırlı olsaydı keşke maalesef bitmedi, yüksek bant genişliğinde bir internete de ihtiyacınız var. Dünyanın en yavaş internetini en pahalı şekilde kullanıyoruz kısmına hiç girmeyeceğim ama internet konusunu biraz açmak istiyorum.
Yaptınız işinizi ve göndereceksiniz, 8 megabit/sec internetiniz var olduğunuzu düşünüyorsunuz çünkü ADSL’iniz var. Maalesef ki dosya gönderme hızınız 1 megabitten fazla olmuyor. Biraz daha fazla para verip yani aylık 100 lira öderseniz 10 mbit/sec indirme, 3 mbit/sec yükleme internetine sahip olabilirsiniz. Bu da demek oluyor ki 100 megabyte’lık dosyayı nerdeyse 1 saatte göndermeniz demek oluyor. Dosyayı flaş belleğe atıp otobüsle müşteriye gitseniz belki daha çabuk bile gidebilirsiniz. Tabi yaptığınız hiçbir dosya 100 megabyte tutmayacaktır daha fazla tutacağı aşikar. Film, animasyon ya da video içerik üreten bir kişiyseniz 5 dakikalık görüntü için gigabyte’lardan bahsetmek gerekir. Bu nedenle sosyal medya üzerinde insanlar internetlerinin yavaşlığından şikayet ediyorlar.
Photo by Jordan Harrison on Unsplash
Maddi kaynaklar açısından bunları masraf olarak ekliyoruz peki yeterli mi bütün bunlar fiyat verirken!
Bazı görüşlere göre yeterli olabilir fakat yaratıcı endüstri içerinde olsanız da olmasanız da kendinizi geliştirmek ve devamlı öğrenmek zorundasınız. Eğitim maalesef ki çok maliyetlidir. Burada bahsedilen eğitimin klasik bir eğitim olmadığını anlamışsınızdır zannediyorum. Buradaki geliştirmeden kasıt çok klişe bir şekilde ifade edilecek ancak başka bir ifade şekli de yok. Kültürel bütün faaliyetleri kendinizi geliştirme olarak düşünebilirsiniz. Tiyatro, sinema, konser, sergi, kitap hatta arkadaşlarınızla oturup birkaç kadeh bir şey içmek bile kendinizi geliştirmede etkendir. Maalesef ki bunların hepsi de ücretli yani parayla. Kimse bunları hayrına yapmaz size. Sizin de yapacağınız işleri dolayısıyla kimsenin hayrına yapmamanız gerekir.
Son olarak da eğitiminizi ekleyelim, 2 ya da 4 sene hatta okumamış bile olabilirsiniz. Usta çırak ilişkisi ile öğrenmiş bile olabilirsiniz, bunların hepsi birer maliyettir size. Öğrenirken harcadığınız hem zaman hem de nakdin belki de farkında değilsiniz ancak fiyat verirken dahi bu maliyetleri göz önünde bulundurmalısınız. Üstüne benim gibi öğrenmenin yaşı ve zamanı yoktur diyenlerdenseniz, maliyetiniz hep artar ama bunları müşterinize hiç anlatamazsınız. Anlatsanız dahi o kendi ürününün maliyetini düşündüğü için sizin sözleriniz maalesef ona değersiz gelir. Bu nedenle fiyat verirken kendinize yaptığınız yatırımları düşünün ve ona göre fiyat verin.
Kendinize yaptığınız yatırım en iyi yatırımdır.